Ahmet MADAN
“Düşünmek”
Kelime Tahlili [1]
İnsan doğumuyla beraber nasıl maddi varlık sahnesine çıkıyorsa, aynı şekilde öğrendiği ilk kelimeler ve kurduğu ilk cümlelerle beraber farklı bir sahnenin oyuncusu, farklı bir alemin yolcusu oluyor. Bu alem manaları mülahaza ettiğimiz ve lafızların anlam kisvesine büründüğü zihni varlık alemidir. İnsanoğlu varolageldiğinden beri anlaşmanın en önemli aracı ‘dil’ olmuştur. Diller sayesinde insanlar ses ve harflerden oluşan lafızlarla zihnî manalara işaret etmiştir, bu şekilde zihnî bir birlik arayışı içerisinde olmuşlar. İnsan bedeni her ne kadar birlikte olsa da, zihin birliğin olmaması durumunda gerçek bir birlikten söz etmek mümkün değildir.
Bununla beraber dilin zihnimizde bulunan soyut manalara işaret etme fonksiyonu vardır. Bu manalar ile dış dünya anlamlandırılır ve varlığın hakikati idrak edilir. Bazı manalardan mahrum olan insanların varlığı daha farklı algıladığını gözlemleriz; hatta bu mahrumiyet tutum ve davranışlara da yansıyabilir. Bu manalar bizim idrak aletlerimizdir, onların bulunmadığı veya kullanılmadığı taktirde ortaya hayvanlarınkinden pek de farkı kalmayan bir idrak seviyesi çıkmaktadır.
İşte yazımızın mihverini teşkil eden düşünmek ile idrak aletlerimiz olan kelimeler ve manaları arasında böyle bir alaka vardır. İnsana bahşedilen bu düşünme özelliği sayesinde yapıp ettikleri rezâil olmaktan çıkar ve fezâil konumuna yükselir. İnsanın en temel gayesi olan marifetullah ancak ve ancak bu idrak melekesinin yerli yerince kullanımıyla hasıl olur.
Gerek ayetlerden ve hadislerden, gerekse dilin kendi içerisinde yapılan tahlillerden yola çıkarak, bu kelimelerin manaları arasında ince farkları ortaya koymamız derin düşünme melekesinin hakkıyla kullanımı hususunda bize fayda sağlayacak, hem de anlatmak istediğimiz mevzuun anlaşılması için bir misal teşkil edecektir.
Tefekkür
“Tefekkür” kelimesi F-K-R (فَكَرَ) kökünden türemiştir. Lügat alimleri “fikir” (فِكْرٌ) kelimesine “zihnin kullanılması” veya “bir şeye dikkatle bakmak” olarak tarif etmiştir. Dil alimi Ebu Hilâl el-Askerî (v. 400) tefekkür kelimesini “kalbin delillere bakarak tasarrufta bulunması”[2] şeklinde izah etmiştir. Tefe’ul (تَفَعُّلٌ) vezninden olmasından dolayı tekellüf manasını içerir, yani sürekli ve güçlükle sürdürülen ve neticeye ancak tedrîcî olarak ulaşılan bir zihni gayreti ifade eder. “Birtakım kaziyyelerin zihinde tertip edilip bir neticeye varılması” bu kelimenin manasının mihverini teşkil eder. Tefekkür düşünmenin en kayıtsız halidir, mutlak olarak zihni çalıştırmaktır ve haddi zatinda bir ibadet sayılmaktadır. Zira alimler “İnsanlara indirdiklerimizi kendilerine açıklaman için ve (ola ki üzerinde) düşünürler (tefekkür ederler) diye sana da uyarıcı kitabı indirdik.” [Nahl Sûresi/44] ayetini açıklarken, buradaki tefekkürün mutlak olduğunu, dolayısıyla müstakil bir hedef, yani haddi zatında bir ibadet olduğu ifade etmiştir.[3]
Tezekkür
Tezekkür kelimesi Z-K-R (ذَكَرَ) kökünden türetilmiştir. Bu kökten müştak olan kelimelerin ortak manası “bir şeyin kuvvetli ve sert olmasıdır”. “Zekîr” (ذَكِيرٌ) kelimesi sert ve kaliteli demir çeşidi için kullanılmıştır. Zikir “bir kimseyi hayırla anmak” şeklinde de kullanılmıştır; zira bir kimseyi çokca hayırla yad etmek, onu şöhret sahibi etmek anlamına gelir. bu ise onu toplum nezdinde “güçlü ve kuvvetli” bir mevkiye getirir.[4] Yine zikir, nisyanın zıddı olarak bir şeyi hıfzetmek manasında kullanılır, çünkü bir şeyi hıfzetmek onun bekasını güçlendirir ve zihinlerde kalmasına, dolayısıyla korunmasına sebep olur. Bazen bilinen bir şeyin yeniden hatırlanması, kalbe veya söze getirilmesi olarak anlaşılır. Bu kökün tefe’ül vezninde kullanışı sebebiyle kelimede yine bir tekellüf manası vardır. Zikrin mübalağalı bir şekilde gerçekleşmesi tezekkür kelimesiyle karşılanır. İbn Âşûr (v. 1973) bu kelimenin Kur’ân-ı Kerîm’de bazen düşünmek, bazen unutulmuş bir şeyin tekrar hatırlanması, bazen de üstü kapalı olan bir şeyi anlamaya çalışmak, ondan ders çıkarmak manalarına geldiğini belirtmektedir.[5] Üç manayı da göz önünde bulunduracak olursak, tezekkür kelimesinin de düşünmenin bir çeşidi olduğunu, ancak yeni bir bilgiye varmaktan ziyade, var olan bilgileri daha da kuvvetlendirmek, ibret almak ve tekrar etmek suretiyle onları zihinde güçlendirmek anlamına geldiğini söyleyebiliriz.
Tedebbür
Tedebbür kelimesi ‘önün zıddı, bir şeyin karşı tarafı’ şeklinde anlaşılan D-B-R (دَبَرَ) kökünden türetilmiştir. “Debrah” (دَبْرَةٌ) kelimesi bir tarlanın içerisinden geçen su kanalı için kullanılmıştır. Buna uygun olarak tedebbür kelimesi de “sonunda götüreceği yeri tefekkür etmek suretiyle düşünmek” anlamını taşımaktadır. Tefekkür delillere bakarak kalbin tasarrufu, tedebbür ise şeylerin sonlarına bakarak düşünmektir.[6] Yine İbn Âşûr bu kökünün “bir şeyin peşinden gitmek” manasından yola çıkarak, telaffuz edilen kelimelerin peşinden gidip arkasındaki saklı manaları bilmeye çalışmak manasına geldiğine işâret etmiştir.[7]
Teemmül
Teemmül kelimesi ise E-M-L (أَمَلَ) kökünden müştaktır. Yine bu kökten müştak olan ‘âmil’ (آمِلٌ) kelimesi yardımcı manasına gelir.[8] Bu kökten gelen lafızlar uzunluk ve yoğunluk manalarını haizdir. Kişinin yardımcılarının bulunması mecazen “elinin uzun” olması manasına gelir ve ayrıca toplumdaki gücünün ve nüfuzunun yoğun olmasına sebep olur.[9] Türkçe’de kullanılan “emel” kelimesi de bu kökten gelmektedir. Emel kelimesinin asli kullanımı reca (ümit) kelimesine benzer olsa da aralarında nüans farkı vardır. Reca olması hem mümkün, hem de mümkün olmayan şeyler için genel “ümit” kavramı ile karşılanırken, “emel” daha çok olması uzak olan şeyleri ümit etmek şeklinde anlaşılır. Teemmül kelimesi ise bu mana ekseninde, yine birşey hakkında düşünmek, ancak bu düşünmenin geleceğe yönelik uzunca ve ayrıca yoğunlaşarak olması anlamına gelir. Emel kelimesi Kur’ân-ı Kerîm de hiçbir surette teemmül şeklinde gelmemiştir, fakat teemmül kavramı buna rağmen kitaplarda çokça kullanılmaktadır. Genelde tedebbür ile teemmül kelimeleri birbirine yakın kullanılır, ancak tedebbür daha çok işlerin akibetine odaklanırken, teemmül ise sürekli ve yoğun bir düşünmenin ifadesidir.
Düşünme manasını taşıyan kelimeler elbette bunlarla sınırlı değildir, ancak yazının kapsamını sınırlı tutmak için bunlarla iktifa ediyoruz. Toparlayacak olursak, Kur’ân’a iman etmiş ve muhtevasına uygun olarak hareket etmek isteyen bir kimse bu dört kelimenin tahlilinden yola çıkarak hatırında tutması gereken hususları şu şekilde özetleyebiliriz: Kur’ân-ı Kerim’de tefekkür, haddi zatında mana ve elfazını düşünmektir ve bu işten sevap ummaktır. Tezekkür, Kur’ânî hakikatleri tekrar tekrar hatırlamak, bunları iman ve salih amelle hayatımıza aksettirmek ve bu şekilde onları muhafaza etmektir. Tedebbür uyulduğu taktirde nelere vâsıl, terkedildiği taktirde nelerden mahrum kalınacağını, yani akibetin ne olacağına dair bir idrak elde etmek namına yürütülen düşünmeye ve Kur’ân’ın lafızlarının arkasındaki manaları keşfetmek için gösterilen zihni çabaya denir. Son olarak ise teemmül, içerdiği uzunluk ve yoğunluk manasına uygun olarak hayat boyu süren ve başta Kur’ân-ı Kerim olmak üzere bütün kainat hakkında yürütülen yoğun düşünme faaliyetinin adıdır.
[1] Yazı Başlığı
[2] Askerî, Mu’cem el-Furûk, s. 121.
[3] Muhammed Hasan Cebel, Mu’cem el-İştikâkî, III, 1707.
[4] Muhammed Hasan Cebel, Mu’cem el-İştikâkî, II, 718.
[5] İbn Âşûr, et-Tahrîr ve Tenvîr, XIX, 65.
[6] Cürcânî, Ta‘rifat, s. 54.
[7] İbn Âşûr, et-Tahrîr ve Tenvîr, XXIII, 23.
[8] Lisân’ul-Arab, İbn Manzûr, XI, 27.
[9] Muhammed Hasan Cebel, Mu’cem el-İştikâkî, IV, 2112.


